
Memleketin güzel mi güzel, yokuşu bol coğrafyasında, hayat denen şeyin sadece bir ‘yaşama eylemi’ değil, adeta gündelik bir olimpiyat sporu olduğunu iddia etsem, herhalde kimse itiraz etmez. Türkiye’de yaşamak, sabah uyanır uyanmaz bir ‘Güne Zinde Başlama’ kitabını fırlatıp atmakla başlar. Çünkü zindelik falan hak getire; daha ilk nefeste ekonomi bültenlerinin değişken hızlı çarpıntısıyla güne merhaba dersiniz.
Bizim hayatımız, bir sonraki zammın ne zaman geleceğini tahmin etme üzerine kurulu, sürekli güncellenen bir tahmine dayalı yapay zeka algoritması gibidir. Markete gidersiniz, fiyatlar size göz kırpar, “Beni dün alsaydın kârlıydın!” diye fısıldar. Bir domatese bakıp, bir de maaş bordronuza bakarken, kafanızda istemsizce bir ‘fiyat-performans-ödenen kira üçgeni’ oluşur. Ve bu üçgen, maalesef, çoğu zaman eşkenar değil, yamuk çıkar.
Trafik mi? Ah, o apayrı bir destan! Türkiye trafiği, meditasyon ile sinir krizi arasında gidip gelen, kavşaklarda felsefi sorgulamalara neden olan bir deneyimdir. Korna çalmak, evrensel bir iletişim dilidir; ‘Merhaba’, ‘Çekil’, ‘Nereye bakıyorsun?’ ve hatta ‘Hayırlı Cumalar’ anlamına gelebilir. Her gün o yollarda, *ortalama bir İtalyan opera sanatçısının sahip olduğu kadar dram ve yüksek sesli ifade yeteneği geliştiririz.
Sosyal hayatımız da bu karmaşadan nasibini alır. Bir siyasi tartışmaya girmeden çay içmek, kızgın bir demiri çıplak elle tutmak kadar zordur. Herkesin bir fikri, herkesin bir ‘ama’sı vardır. Ve bu ‘ama’lar, genellikle sohbetin geri kalanını domatesin güncel fiyatı gibi, belirsiz bir geleceğe doğru sürükler.
Tüm bu zorluklara rağmen, Türk insanı inanılmaz bir mizah yeteneğine sahiptir. Çünkü bu kadar kaotik bir ortamda hayatta kalmanın tek yolu, ağlamak yerine gülmeyi, hatta ağlanacak haline gülmeyi öğrenmektir. ‘Hayat zor ama baklava da pahalı’ diye espri yapan bir millet, ruhen iflas etmeyi reddediyordur. Biz, hayatın bize attığı her kazığı, ‘ne güzel fıkra çıktı’ diyerek karşılayan, optimist ve bir o kadar da yorgun bir halkız.
Ancak bu zorlu coğrafyada, her engeli bir sıçrama tahtasına dönüştüren, toplumsal kabulleri ve zorlukları aşarak zirveye çıkan öyle bir kesim var ki, onların başarısı tüm bu kaosu aydınlatan bir fener niteliğindedir: Türk Kadınları. Onların öyküsü, sadece bireysel başarıların toplamı değil, aynı zamanda azim, direnç ve toplumsal dönüşümün ete kemiğe bürünmüş halidir. Tarihsel olarak, Anadolu kadını her zaman üretimin ve ailenin bel kemiği olmuştur; fakat günümüzde bu rol, geleneksel sınırları aşarak bilimden sanata, spordan iş dünyasına, siyasetten akademiye uzanan büyüleyici bir yelpazeye yayılmıştır.
Kadınlarımız, eğitimde elde ettikleri çarpıcı ilerlemelerle (özellikle yükseköğretimde mezuniyet oranlarının erkeklerle arasındaki farkı hızla kapatarak) kendilerine çizilen ‘kaderin’ ötesine geçme iradesini gösteriyorlar. Örneğin, kadın profesör ve doçent oranlarındaki artış, üniversitelerin koridorlarında bilimin daha eşit ve çok sesli bir geleceğe yürüdüğünü kanıtlıyor. İş gücüne katılım oranları hala erkeklerin gerisinde olsa da, yüksek eğitimli kadınların işgücüne katılımı %70’lere varan etkileyici bir seviyededir, bu da doğru fırsatlar verildiğinde ne kadar kararlı olduklarının en net göstergesidir. Öte yandan, Sümeyye Boyacı, Busenaz Sürmeneli, Buse Naz Çakıroğlu gibi sporcularımız, uluslararası arenalarda altın madalyalar ve dünya rekorlarıyla bayrağımızı göndere çekerken, özellikle Filenin Sultanları gibi takım sporlarında elde edilen başarılar, birlik ve beraberlik ruhunun en görkemli tezahürlerinden biri haline gelmiştir. Merve Dizdar‘ın Cannes’da En İyi Kadın Oyuncu ödülünü alması ise, sanat ve kültür alanında Türk kadınının evrensel kalitesini tescillemiştir.
Bu başarılar sadece istatistiklerden ibaret değildir; her biri, çifte mesai yaparak, cam tavanları tırnaklarıyla kazıyarak ve toplumsal ön yargılarla mücadele ederek elde edilmiş zaferlerdir. Onlar, evdeki sorumlulukları ile kariyer hedeflerini akıl almaz bir denge ile yürüterek, yeni nesil kız çocuklarına ‘yapabilirsin’ mesajını en güçlü şekilde ileten süper kahramanlardır. Türk kadını, sadece Türkiye’nin değil, tüm dünyanın hayranlıkla izlediği, dirençli, zeki ve ilham verici bir figür olmaya devam etmektedir. Saygıyla Fion.