Türk dizi ve filmleri, aşkın en dramatik, en tutkulu hallerini anlatır. Ama gerçek hayatta, o büyük aşklar nedense hep yarım kalır. Zengin kız fakir oğlan, holding varisiyle evli ve çocuklu ama gönlü başka birine kayan karakter, hatta masum liseli aşkları bile bir süre sonra “yürümüyor” kıvamına gelir. Neden mi? Sebebi basit: Bizim ilişkilerimiz, dizi senaryoları gibi değil, memleketin gerçeği gibi. Yani, bol alıntılı, mizahi ama aynı zamanda acı gerçeklerle dolu bir hikaye…
Gelin, bir ilişkimizin doğumundan, maalesef ki vefatına kadar olan sürece bir göz atalım. Başlangıçta her şey masalsı… Sen ve o, birbirinize iltifatlar yağdırıyorsunuz. Her şey mükemmel. Derken, ilk tartışma giriyor araya. Sen “Ya aslında…” diye söze başlıyorsun, o “Ama bak şimdi…” diye lafı kesiyor. O an hissediyorsun o soğuk rüzgarı. “Demokrasiye olan inancı zedelenmiş bir milletin bireyleri olarak, en temel tartışma bile ilişkilerimize sızıyor” diyemiyorsun tabii. Diyebildiğin tek şey “Benim de aslında o konuda bir fikrim vardı ama boşver, ne içelim?” oluyor. İşte ilk çatlak oluştu bile.
Zaman ilerledikçe hayat şartları devreye giriyor. Kiralar uçmuş, faturalar yakanızı bırakmıyor. Dışarıda yemek yiyelim diyorsun, o sana “Ya şimdi o paraya evde iki gün doyarız” diye mantık dersi veriyor. “O paraya iki gün doyarız” cümlesi aslında sadece parayla ilgili değil. O paraya yediğiniz yemek, sadece karın doyurmak için değil, aynı zamanda ruhunuzu doyurmak, anı biriktirmek için. Ama artık lüks. “Aşkın bedeli” adında bir fatura gelmiyor olabilir ama “Kredi Kartı Ekstresi” adında bir fatura gelince, o romantizm mum gibi sönüyor.
Bir de şu günlük olaylar var. Toplu taşıma çilesi, trafikteki cinnet anları, komşunun sesi, sokaktaki inşaat gürültüsü… Bütün bu stres faktörleri üst üste binince, eve döndüğünde o sevgilinle aranızdaki diyaloglar bile değişiyor. “Nasılsın aşkım?” yerine “Çok yoruldum ya!” cümleleri havada uçuşuyor. Aşık olmaya mecalin kalmıyor. “Herkes bu hayatta bir savaş veriyor” diyemiyorsun ki, “Benim savaşım neden aşkıma zarar veriyor?” diye düşünmeye başlıyorsun. Ne güzel demiş Can Yücel: “Ne zaman ki ‘Hayatımın anlamı’ dedik, o zaman yokuş aşağı yuvarlandık.” Bizim ilişkilerimiz de o yokuş gibi.
Aslında bütün bu komik, hüzünlü ve trajikomik gerçekler, sadece bizim ülkemize özgü değil. Ama bizim ülkemizde, biraz daha fazlası. Çünkü biz, “Aşkım sen bana bir fincan kahve yaparsın, ben de sana şiir yazarım” diyen bir millet değiliz. Biz “Aşkım, ben bu faturaları ödedim, sen de şunu hallet” diyen bir milletiz. Ya da “Aşkım, bugün çok yoruldum, konuşacak halim yok” diyen bir milletiz. Ne yazık ki, ilişkilerimiz “Othello” gibi tutkulu bir trajedi değil, “Gırgıriye” gibi komik ve karmaşık bir karmaşa…
Peki ne olacak? İlişkilerimiz hep mi yürüyecek? Hayır. Bu makale bitti, ama ilişki makalemiz bitmedi. Çünkü en trajikomik olan da bu: Her şeye rağmen yeni bir ilişkiye başlamaktan vazgeçmiyoruz. O yüzden, siz siz olun, aşkın matematiğini değil, coğrafyasını ve ekonomisini çözmeye çalışın. Belki o zaman aşkınız yürür… ya da en azından yürümeye çalışır.